Aynı Anda İki İş Yapanlara
Hepimiz aynı anda, bir
sürü şey yapar olduk. Mesaj yazarken, dizi izleyen. Çocuk bakarken e-mail
cevaplayan, arkadaşınla sohbet ederken sosyal medyada kaç like aldığına
bakan... Araba kullanırken bile, biriyle mesajlaşan bir tür olduk.
Eskiden’le başlayan
cümleler kurmayayım diyorum ama eskiden her şey tek şeydi. Bir şeyle
uğraşırken, sadece o şey vardı.
Mesajlaşmayalım demiyorum, ama o zaman bir yandan yürümeyelim. Yürümeye ayıp
oluyor bu sefer. Ne kaldırımı kalıyor, ne kuşu ne ağacı...
Ekrana bakıp düşmemeye çalışarak, gideceğimiz yere varmak oluyor yaptığımız.
İddiam şu: Böylece hiçbir şey yapmamış oluyoruz. Konseri çekersek, o sırada o
konseri izlememiş, çekmiş oluyoruz. Ve daha da acıklısı, daha sonra ona hiç
bakmıyoruz. Sadece yayınlıyoruz.
Bitti. Başkaları için gidilmiş bir konser. Konsere ayıp oluyor bu sefer.
Gerçekten o anda olduğum büyülü zamanlarda, sadece o şeyle baş başa olduğumu
gördüm. Çoğu şey kaydedilmemiş.
Kafamdaki sinemada oynatıyorum. Hafızam gelip bozuyor, yeniden montajlıyor.
Fark etmez. Yaşıyor içimde.
Değişmesi bile güzel. Ben anlatıyorum o anı. Herkes kafasında farklı şey
canlandırıyor. ‘Odadaydık’ diyorum, kimi sarı bir oda düşünüyor kimi bir otel
odası. Güzel olan da bu.
Çok şeyi aynı anda yapıp, bir taşla iki kuş vurduğumuzu zannetmeyelim.
Çoğullaştırdığımız her an, iki az şeyimiz oluyor.
Tekilleştirdiğimiz her an ise, hazinemiz. Derinlemesine yaşayabildiğimiz
hayatımız oluyor. Her şey anlamlı.
Yürümek, arabada gitmek, asansörde yukarı çıkmak doldurulması gereken boşluklar
değil. İnsanın her gün biraz sıkılması da lazım. Sıkılmak ruhun vitamini.
Sıkılmayan insan, kalkıp hiçbir şey yapmaz. O anlarda bile, boş boş etrafa
bakıp düşüncelerini takip etmek, inanın daha faydalı.
Kısacası, multi tasking out, single tasking in. İnanmıyorsanız, açın okuyun.
Araştırmalar da göstermiş.
Multi task yapanlar, daha az konsantre oluyor, kafaları dağınık. Single task
yapanlar, yani bir anda tek bir şeyle uğraşanlar, yaptıklarında daha başarılı.
Zaten şu avucuma yapışmış telefon denen aleti sevmiyorum. Hep anlarımı
aldatmama yarıyor.
Müzik dinlerken, internette geziniyorum onun yüzünden. Sabah uyanıp, pencereyi
açıp güneşi selamlayacağıma, manzaranın fotoğrafını çekiyorum.
Sonra da kimler sevmiş bakıyorum. Hayat mı bu yani? Başkalarının hayatını
dikizleyip durmak, her whatsup mesajına ağlayan bebeğe koşar gibi yetişmek mi?
Bence değil. O sebeple telefonu unutma ritüellerim başladı. Aaaa, onu evde
unutuyorum, hay allah. Hiçbir şey de olmuyor.
Tam tersi hayat matlıktan çıkıyor, bütün renkler gözünün önünde parıldıyor. Her
konuşmayı, her kokuyu duyuyorsun.
Sıkılırsan da... Hah işte o zaman yaşadın. Sıkıntından bir şey muhakkak doğar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder